Bugün yazmak istedim. Nereden başlamalıyım, beni iyi hissettirmesini beklediğim o yazılarda ne anlatacağım, çok mu özel olacak aktaracaklarım, çok mu bilmiş, çok mu güvensiz ya da hiç farkında olmadığım abartılı bir güvenle mi yazıyor olacağım? Bilemiyorum. Bu tür bloglarda (En çok da kendi bebeğimden bahsettiğim blog üzerinden konuşuyorum. Bak yine temkinli cümleler, kimseyi kırmak istememler, saldırgan olmanın lüzumu yok ama derken saldırgan değilim ben tereddütü...) boşluk ve yapaylık dolu ve bunu önemsemeyen, göreceli büyük dertlerin küçümsenip büyütülebildiği ve beni yazmaktan vazgeçiren basitlik içerisindeki yazılar rahatlamaktan çok huzursuz ediyor. Kibir var bu cümlede değil mi? Neden oysa? İşte yazayım dedim. Belki bu sefer sahiden temiz bir sayfa açabilmişimdir.
Hayatımda kazandığım başlıca unvan anne değil elbet fakat hayatımı sonsuza kadar değiştiren en önemli şey anneliğim. Bu yüzden başta anne olarak yazmaktan gocunmayacağım (Neden gocunasin diye sorsana okuyucu. Dertlerimiz var bu konuyla ilgili.). Annelik hayatımı değiştirdi. 32 yasına kadar okula gitmiş bir kadınım, akademisyen olarak ilerlemeye devam edecektim, şimdi birazcık dahi hevesimin kalmadığı bilim hayatım hiç bitmeyecekti. Geride bıraktım bu romantik yarışmacı modunu.
Çocuğum benden bağımsızlaşıyor şu sıralar fakat tam bağımsızlık söz konusu olmadığından arada kalmış hissediyorum. Ne bekliyordun, eninde sonunda bu olacaktı diyen okuyucu (ben derdim), çocuk daha 5 yasında değil. Ve tam da bu sırada ikinci bir çocuğu yapmak istiyorum. Hayatımdan bir beş sene daha beni kendi başıma ayakta tutabilecek güçlerimi bir tarafa koyma olasılığı demek bu. Aptal mıyım, neden bu kadar önemli çocuğumun olması, insan çocuk isterken ne hissediyor da bu kadar önemsiz kalıyor hayatındaki öncelikleri? Bu soruların cevabı bende var okuyucu (sanırım), peki sende?
İkinci bir çocuğu, hatta üçüncü ve dördüncüyü hayal eden bir kadınım ben. Bu hayaller ilk çocuğumu 32 yaşımda doğurmuş olmamla sekteye uğradı sanarken ikinci çocuğun hayatımıza girmesine karar vermeye bile geçtiğimiz beş yıl boyunca cesaret edemedik. Yani esas sekte birinciyi yaptığımız yaşım değil, onu büyütmeye çalıştığımız süreçmiş. Çok özel (herkes kendi çocuğu için böyle düşünüyor elbet), çok hareketli, aslında her şeyiyle "çok" bir çocuğumuz var. Ben bırak çocuğu bir bebek büyütmenin bu kadar zor olabileceğini (yiyen, içen, uyuyan, makul hareketlilikte) rüya bebekleri olan bir aileden gelmiş biri olarak hayal bile edemezdim. Zor ama çok güzel. Çok güzel ama zor olsa ne olmuş? Çok mu sevgisiz kalmışım da bir çocuğun saf sevgisine bu kadar müptela olmuşum? Sevgi dediğim genlerimin bencilliği miydi, emeğimin karşılığını alma beklentisi miydi? Klişeleşmiş ama cevapsız görünen sorular işte.
Kadınım ve mevcut hormonlarımla kişiliğim oturdu, olgunlaştı ve beni ben yaptı. Doğurduğum bebeğin kakasının yeşilden sarıya geçmesinin emzirdiğim sütun yağlı olduğunun işareti olduğunu (bu bebek beslenebiliyor demek anlaşılacağı üzere) öğrendikten sonra nasıl yeşil kaka görmekten korkup sarı kakayla sevindiğimi fark ettiğimde değişti pek çok şey. Varsın en basit şekilde hayatta kalma, genlerimi aktarma ve kaynağını sağlıkla büyütme kaygısı olsun temelinde. Adrenalin bağımlısı olmakla eş değer annelik.